Akıl süzgeci yüreğin ayrılmaz parçasıdır
“Kalp Çarpar Beyin Böler” ve “Kalbinle Düşün Aklınla Hisset” adlı kitaplarıyla çok okunan yazarlar arasına katılan Yankı Yazgan, Kapital Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Akıl Çizgileri-100 Karede 100 İnsanlık Hali”nde, kendi sözcükleri ve çizgileriyle cevabını arayan sorular soruyor. Kitap, yayımlanalı daha bir yıl olmadan altı baskı yaptı bile. Ahkâm kesmekten ziyade yeni bakış açıları sunmaya çalışıyor zira yazar, bir psikiyatri profesörü olmanın yanında en nihayetinde bir insan olduğu gerçeğini unutmuyor.
Akademik çalışmalarını Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bilim Dalı’nda sürdüren, nitelikli eleştiriden memnun kalan, gözleme ekstra mesai harcayan ve 30 yıldır sürdürdüğü yazma-çizme uğraşısında hep daha iyiyi hayal eden Prof. Dr. Yazgan’la söyleştik.
Öncelikle; tıp doktorlarının hobi edinmeye yatkınlıklarını bir psikiyatr olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Hobiye meraktan ziyade, tıp mesleğini seçen kişinin kendisi dışındaki olaylara karşı ilgi ve duyarlılığındaki fazlalıktır aslında bu. Tabii ki iyi bir kazanç ve prestijli bir kariyer beklentisi her zaman var; ama bir yandan da, duyarlılık ve sorumluluk duygularının ortalamanın üzerinde olması, çevreyle salt meslek üzerinden ilişki kurulmasını imkânsız kılıyor. Sanat ya da birtakım ekstrem sporların yanı sıra mesela siyasetle ilgilenen tıp doktoru sayısı hiç de az değil. Ya da doktorların meslek örgütlerinin, meslek dışı konulara ilgi gösterip görüş belirtmesi gibi durumlara Türkiye dâhil pek çok ülkede rastlamak mümkün. Bu ilgiyi yadırgayan meslektaşlarımız da var elbet ancak bunu, tıp mensupluğunun geleneğinde var olan bir “aşırı sorumluluk” duygusunun ürünü olarak yorumlayabiliriz pekâlâ.
Her şeyden önce işimiz kontrollü olmamızı gerektiriyor; söylediğimiz hatta söylemediğimiz sözden attığımız imzaya her şey, başkalarını -tek bir kişi ya da koca bir toplum, fark etmez- etkileme gücü nedeniyle belli bir ağırlık taşıyor. Bu durumun bir yoruculuğu olduğunu görüyorum. Dolayısıyla serbest zamanda ilginin, sorumluluk düzeyi daha farklı uğraşılara kayması bununla başa çıkabilmenin yollarından biri olabilir. Pekiyi, ben yazmaya ve çizmeye bu sebeple mi başladım? Hayır, sanmıyorum. Bazı uğraşlar da, tıpkı benimkiler gibi sadece kişisel tercihlerin birer ürünü…
Mesleki donanımız yazılarınıza ve çizgilerinize ne gibi artılar sunuyor?
Tıp eğitimi, sistematik ve analitik düşünme eğilimi üzerine dayalıdır. Bu da insanı aşırı bir noktaya götürür; kategorik düşünme, sınıflandırma, sistematize etme, riskleri doğru değerlendirme, öncelikleri doğru koyma gibi uygulanmadığında vahim sonuçlara yol açabilecek zihinsel becerileri kazanmanızı sağlar. Psikiyatri eğitimi ise, insanı bedensel bir makineden öte, hisleri, hatıraları, düşünceleri depolayıp geliştiren beyniyle dış dünyayla ilişki içerisinde bir canlı olarak görmeyi öğretir. Bireyin sosyal ilişki içerisinde olduğu kişi ya da grupla ilişkisini daha doğru kavrama ve gözlemleme donanımını kazandırır.
Sonuçta tıp, bir gözlem sanatıdır ve ister cerrah ister kardiyolog olun, fark etmez; doğru gözlemler üzerine kurulu iyi bir planın olmadığı durumda uygulamacılık asit bir teknisyenlikten öteye geçmez. Bunu tercih etmeyenlerin düşünme, gözlem ve planlamaya daha çok mesai harcaması gerekiyor. İşte tam da bu niteliklerin, yazı ve çizgi tarzıma çok yansıdığını düşünüyorum.
Akıl hocalığı yapmaktan, ahkâm kesmekten kaçınan duruşunuzu son kitabınız “Akıl Çizgileri”nde bir kez daha gördük. Lakin okuyucuya duyduğunuz sorumluluk bir yanda, beğenilme kaygısı diğer yanda duruyor. Denge sağlamak zor oluyor mu?
Ben bilimsel içerikli deneme yazıyorum; çizgilerim de yine bu çatı altında. Kişisel ve mesleki donanımımı, gündelik hayatla ilgili birtakım detayları anlamak ve açıklamak isteyen insanların kullanımına sunuyorum. Bu “kullanıma sunma” kavramının altını özellikle çiziyorum. Şöyle ki, herkes nasıl isterse öyle kullanır. Dolayısıyla burada sorumluluğum bir reçete yazmaktan daha farklı; kişi, kendisine reçete edilenleri dilediği gibi kullanamaz zira.
Bu alanda yazarak kendime kişisel bir at oynatma alanı da yaratıyorum, bu da meselenin beni tatmin eden kısmı. Kitaplarım için beğenilme kıstasım ise okuyucuların beğenip beğenmemesinden ziyade kitaba zaman ayırması, üzerine kafa yormasıdır. Yazıp çizdiklerimle okuyucuyu provoke edebilmek isterim; arada okurla ters düşmekten hatta birilerinin sinirine dokunmaktan da pek çekinmem. Olumsuz eleştirilerle dolu uzunca bir mektup, “ne kadar güzel yazmışsınız” diyen bir nottan çok daha değerli olabilir benim için.
Akıl Çizgileri adının ardındaki mesaj nedir?
Bazen çok rasyonel bir anlatımım olabiliyor, kimi durumlarda şiirsellik taşımıyor. Daha ziyade mizahi bir yan ön plana çıkıyor ki bu, benim için çok daha önemli. Çünkü gülümsetmenin, şaşırtmanın düşündürmeyle alakası var. Kalp çizgileri ya da gönülden çizgiler olsaydı kitabımın adı, çok daha geniş bir kitlenin dikkatini çekerek daha fazla satabilirdi ama doğru olmazdı. Akıl süzgecinin yüreğin ayrılmaz parçası olduğuna inananlardan olduğum ve bu şekilde yaşamaya gayret ettiğim için bu ad kitaba çok daha uygun düştü. Tabii bu, ileride gönül çizgileri diye bir kitap yazmayacağım anlamına da gelmiyor.
“İşimiz biraz da cevabını arayan sorular sormak” diye bir not düşmüşsünüz kitapta. Yani bu, aynı zamanda sizi de değiştiren bir yolculuk biraz da…
Evet, gerek konuşmalarımda gerek kitaplarımda aynı ya da benzer konuları farklı bir şekilde aktarmaya çalışıyorum her seferinde. Onlara yepyeni içerik ve formlar kazandırmak bana ayrı bir zevk ve heyecan veriyor.
Türkçede yeni bir şeyler söylemek için alfabeyi değiştirmiyoruz, malzememiz aynı ama yan yana getirdiğimiz kelimeler farklı. Bu bağlamda anlatım, tıpkı yemek pişirmek gibi… Çeşitli parametreler söz konusu olduğu için aynı malzemeyle değişik lezzette yemekler yapmak mümkün. Bu da ayrı bir zenginlik tabii…
Pekiyi, son soru; hayalleriniz neler?
D