Alternatif tıbbın öğrettikleri
Teknolojide ve tıpta izlenen baş döndürücü ve heyecan verici gelişmelere karşın hasta-hekim ilişkisinde halen temel iletişim biçimi Hipokrat döneminde olduğu gibidir. Yani hastaya yakınmasını sormak, hastalık öyküsünü dinlemek ve onunla bir anlamda sohbet etmek… Günümüz hekimi, hastanın duygusal ve desteğe gereksinim duyan yanını, biraz da artan teknolojik olanaklara güvenerek çok dikkate almamakta, Gallen ve Hipokrat’tan beri var olan hasta-hekim ilişkisinin önemini ıskalamaktadır. Genel olarak, klasik tıbbın temsilcisi olan hekimler, tıpkı ilkel çağlardaki büyücüler gibi hasta için bilinmez olan birtakım tetkikler istemekte, hastanın tam olarak anlamadığı tedaviler uygulamakta ve bu tetkik ve tedavilerin hiç sorgulanmadan hasta tarafından kabulünü beklemektedir. Oysa insanın kendisine neler yapıldığını bilmek en temel hakkıdır. “Bu iş öyle karmaşıktır ki size anlatsam da anlamazsınız” yaklaşımının, en azından hasta gözünde ilkel çağlardaki büyücülerin yaklaşımından çok da farklı olmadığı iyi bilinmelidir. Günümüzde hasta-hekim ilişkisinin ana eksenine hekimi değil hastayı oturtmak gerektiği kesindir. Kanımca alternatif tıbbın asıl beslendiği kaynak, klasik tıp yaklaşımının yukarıda belirttiğim eksikliğidir.
Alternatif tıp konusunda ülkemizin en birikimli hekimlerinden olan Sayın Zeyneb Belbez diyor ki: “Kişilik hakları hareketi ile paralel gelişen hasta hakları hareketi, hastanın kendi sağlığı konusunda kişisel tercihlerine önem verilmesini ve özerkliğine saygı gösterilmesini sağladı.” Bu saptama tümüyle doğrudur ve insanın “birey” olma sürecinde geldiği bir noktadır. Klasik tıp uygulayıcılarına mesaj açıktır. “Ben bir hasta olarak kendime ne yapıldığını bilmek, bana uyguladığınız tedaviler hakkında bilgilenmek, hakkımda aldığınız kararlarda söz sahibi olmak istiyorum. Ben aynı hastalık tanısını aldığım diğer hastalar ile aynı kişi değilim. Ben, kendimim; benzersizim. Bunu fark etmenizi ve öncelikli gereksinimlerimi göz önüne almanızı istiyorum.” Klasik tıp uygulayıcıları sadece “hastalığı” değil, “o hastalığa yakalanan insanı” ayırt etmeye başladığında alternatif-klasik tıp tartışması da sona erecektir.
Alternatif tıbbın yükselişinin nedenleri arasında klasik tıp uygulamalarında kullanılan ilaçların yan etkileri, etik konular ile ilgili eleştiriler, ilaç sektörünün tıp alanındaki etkinliği, bilimsel çalışmalarda yaşanan sorunlar, tıp uygulamalarındaki hata oranlarının yüksekliği gibi faktörleri de saymak gerekir. Tıpta “paradigmaların” değiştiği de doğrudur. Yani, bugün doğru olan tedavi yarın yanlış olabilir. Klasik tıp uygulayıcılarının bu eleştirileri dikkate alma ve çözümler bulma zorunluluğu vardır. Nitekim bu da yapılmaya çalışılmaktadır. Alternatif tıbbı öven yazılarda dikkat edilirse “alternatif” tıbbın ne olduğu, yöntemi ve sınırları, kimlerin alternatif tıp uygulaması yapmaya ehliyetli olduğu, eğitim sürecinin ne olduğu, nelerin bu kapsamda bir tedavi sayılması gerektiği gibi birçok kritik sorunun net yanıtları yoktur. Alternatif tıp savunucuları, yerine daha iyi bir model önermeden, “hipotez kurma, laboratuvar ve hayvan çalışmaları, klinik faz çalışmaları, toksisite ve güvenilirlik çalışmaları, istatistik gibi basamakları izleyerek önerilen ve çoğunun kaynağı doğa olan tedavilerin aslında toptan yanlış tedavi yaklaşımları olduğunu” söyleyebilirler mi?
Alternatif tıp kanımca klasik tıbbın psikososyal alanda unuttuklarını hatırlayan ve öyle var olmaya çalışan bir uygulama alanıdır; bilim dışı yöntemler kullandığı da su götürmez bir gerçektir.