ARAŞTIRMA & araştırma
Şimdi ben böyle araştırmayla ilgili esip gürlüyorum, internetten yayın sayılarıma bakanlar mütevazı olduğunu göreceklerdir; hatta meraklıların bu ölçümü çoktan yaptığından, sitasyon sayımı benden iyi bildiklerinden eminim. Gerçi benim uğraştığım klinik ilaç araştırması alanında didinenler bilir, yayın verimi çok düşüktür; kendimi güçlü gördüğüm yanlar şimdiye dek yurtdışında yaptığım erken faz çalışmalarının FDA dosyalarında yer alması ve burada yürüttüğüm bir faz III çalışmada uluslararası başaraştırıcı olmam idi. 30 Ocak’ta yaptığımız İstanbul Klinik Araştırma İnsiyatifi toplantısı çok güzel geçti, ayrıntıları içeride okuyacaksınız, tüm katılanlara, ilgilenenlere teşekkür ederim. Burada konuşmacılardan yanılmıyorsam Cem Özesen araştırıcıların ancak yüzde 0.1’inin her dört fazda yer aldığını belirtince kendime yeni bir pay çıkarttım doğrusu. Her dört faz ve elbet hayvan çalışmaları yürütmenin dışında çalışmalarda araştırıcı, izleyici, denetleyici, etik kurul, hasta sahibi ve son olarak asistanımın tezinde denek olarak yer aldım. Tanıyanlar ne denli alçak gönüllü olduğumu (!) bilir, bunları aşağıda yapacağım tartışmaya zemin olarak yazıyorum:
30 Ocak toplantısının yapısı yalnızca konuşmacıların değil katılımcıların da diğerlerine ve konuşmacılara bilgi ve görüş aktarmasına olanak sağlıyordu, özellikle daha önce üst düzey Ateroskleroz Derneği toplantılarında ortaya atıp denediğimiz “yapılandırılmış tartışma” bölümü bu anlamda çok verimli geçti, bunların profesyonelce işlenmiş kayıtları da önemli bir kaynak oluşturacak. Erişkin ve yetkin insanların görüş paylaşımında bulunduğu toplantıların klasik hiyerarşik bilgi aktarımı yerine bu tür deneysel ve yenilikçi yöntemleri-teknolojiyi içermeleri kaçınılmaz.
Ortaya çıkan birçok önemli olgudan benim en çok dikkatimi çeken; insanların araştırmayı “endüstriyel-bilimsel”, “girişim içeren-içermeyen”, “klinik-deneysel” diye ayırmalarıydı. Oysa her ne kadar mali yapı, araştırma metodolojisi, gönüllülerin rolü gibi teknik konularda farklılıklar ortaya çıksa da bunlar için farklı etikler olabileceğine aklım hiç yatmıyor. Burada insanların meseleye kendi bakış açılarından bakmanın ötesine geçip böyle bir öznellikte uzmanlaşmasıyla karşı karşıyayız bana göre.
Birkaç sayı önce CRO ve CRA olayının üstünde duran bir yazı yazmıştım hatırlarsınız, olumlu ve olumsuz tepkiler aldı doğal olarak. Zaten tepki almak için yazdığım bir yazı idi. Maksadım da bir destek hizmetinin nasıl sektörleşip neredeyse araştırıcısız araştırma yapabilecek söyleme sahip olmasını eleştirmekti. 1991’de GCP-monitörizasyon kursu aldığımı belirtmem bilmem bu işleri küçümsemediğimi gösterir mi? Duraklama onlar açısından bir bakıma hayati olduğu için başka tür araştırmaların, araştırıcıların, etik kurulların akıbetini dikkate almayan her zaman -işlerine gelen- sonuç odaklı kıymetli endüstri mensupları ya da hastalarda en ulvi amaçlı araştırmaları onlar yaptığı için ilaç çalışmalarını, en üst düzey laboratuvarı onlar kurduğu için hastayı gören klinikçiyi, şehir şehir gezdirdiği sunumlarında rengarenk bar grafiklerini kullandığı çok merkezli çalışmaları tarlanın en kenarına (enginarı bilirsiniz) ekmek isteyen diğer aktörleri de ayni şekilde mercek altına alabiliriz. Bu meselelere kendi açısından bakıp, bunda uzmanlaşmanın doğal sonucudur.
İşte bu durum bizatihi bu hallerin yekdiğerine “tercemesini” icap ettirmektedir. Buna da “çevrimsel bilim” diyoruz. Yani iş basitçe tezgâhtan yatağa, oradan tekrar tezgâha paradigmasında bağlanmamaktadır. Gerçekten bilginin tercümesi ve bunun için uygun dilin geliştirilmesidir gerekli olan.
Pekiyi, bu “çeviriyi” yapacak “çevrimsel araştırıcı/bilimci” ya da ekip nasıl birileri olmalıdır? Süper istatistikçiler, allame genetikçiler, derya klinikçiler, cisipi’nin kitabini yazmış koordinatörler, acar ekonomistler, dilbaz hukukçular, otoriter bürokratlar mi?
Isaac Asimov’un “Dünya Hepimize Yeter” nam bir kitabi içinde “Ölü Geçmiş” deyu bir hikâyesi vardır. Temelde geçmişi görmeye yarayan “kronoskop” adlı bir cihaz etrafında dönen hikâyede bir yandan da profesyonellikte özelleşmenin ne korkunç mertebelere varabileceği anlatılır. Bir bilimcinin konusu dışında bir alanla uğraşması ayıp sayılmakta hatta araştırmayı kontrol eden bürokrasi tarafından cezalandırılmaktadır. Değil bir tarihçinin fizikle ilgili okuması, bir optikçinin “nötrinik” ile ilgilenmesi bile olacak iş değildir. Kaldı ki bu mümkün olsa da terminolojiyi idraki kabil değildir, araştırıcılar kendi araştırmalarını bir makaleye dönüştürmekten acizdirler, bunun için diğer konuları da az buçuk bilen ve berikilerin de anlayabileceği dile aktaran “bilim yazarları” vardır ki makbul elemanlar bunlardır.
Hikâyede tüm bunları denetlemeye çalışan bilim-bürokratının adinin Thaddeus Araman olması ise çok hoş bir tesadüf.
Umarım yakin zamanda hep birlikte yine yeni verimli çevrimsel toplantılar yaparız.