Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

1 Eylül 2009, Salı 11:59

Profesör-2

Geçen sayıda yayımlanan yazının ilk bölümünü bazı meslektaşlarımızın davranışları, söylentiler ve kamuoyundaki hekim ve genel olarak okumuş adam karşısında saf tutma refleksi sonucu fesat bir muhayyilenin üretebileceği -elbette gerçek dışı- profesör tiplerinden örnekler inceleyeceğimiz noktasında tefrika etmiştik, buyurun… 

Tabelacı Profesör: Yönetimden maynanesine asmak üzere profesörlük beratı ister. Memur Profesör: Sabah erkenden gelir odasına kapanır; akşam çıkar. Arada gazete okur; arkadaşlarına misafirliğe gider; dışarıdan misafiri gelir; telefonla apartman yönetir. Orta Öğretimsel Profesör: Resim öğretmeni gibi dersi olan günler okula gelir. Yoğun Profesör: Boyuna şu bu komite, komisyon, aktivite peşindedir. Kapısı duvardır. Gazeteci-Danışman Profesör: Sosyal bilimlerde bulunur, açıkça başka işle meşguldür ve ünlüdür; nasıl full time olur bilinmez. Gezgin Profesör: Ayda iki kez yurtdışına çıkıp hava alması gerekir; bazısı Londra’da Hakkasan’a takılır, bazısı reçetesi kuvvetli hekimlerle ilmi Singapur’da, Tayland’da arar. Autletlerin kurdudur. Şovmen Profesör: Haftada en az üç gün ekstra konuşması vardır. Rüyasında slayt hazırlar; iki hafta boş kalsa yoksunluğa girer; telefonla haber programlarına bağlanır. Tesadüfen Profesör: Aslında Hoca getir-götür işlerini gördürmek için almıştır. Kaderin rüzgârıyla dura dura olmuştur. Politikacı Profesör: Bağlamacıdır. Kimden nerede çıkar gelir, defterini tutar; dernekçi, örgütçüdür. Ali’nin işini Veli’ye, Veli’ninkini Osman’a gördürür, nüfuz rantı yer. Some-Time’cı Profesör: Arkadaşına rastladığında “Karşılaşamıyoruz, sen hangi günler geliyorsun işyerine?” der. Sanatçı Profesör: Orada bulunması dahi lütuftur. Bir tek onun misyonu vardır, herkes buna saygı duymalıdır. Öğlen gelir, gece yarısına kadar ilham peşinde koşar. Göçmen Profesör: Uzmanlığını X hastanesinde almıştır. Z enstitüsünde yayın yapıp dışarıdan doçentlik edinir. F kentinde yeni kurulan tıp fakültesinde az soluklanıp profesörlüğü kapar, hop merkezdeki S hastanesi; bu arada F üniversitesine o dalda S kentindeki üniversiteden rotasyon konur. Kriter Profesörü: Kriterleri tutturur, başka her şeyi ıskalar, hatta bunlara kıstas diyemez, “kısas” der. Yalancı Profesör: Kökeni, uzmanlığı belirsizdir; televizyonda, gastede köşesi vardır; her konuda ahkâm keser. Bunlara rotasyon, full time, mecburi hizmet işlemez. 

KİMDİR? Elbette bunların hepsi asılsız uydurmalar. Ben yalnızca olası kötü niyetli spekülasyonlara birkaç örnek vermek istedim. Tanıdıklarım arasında da yukarıdakilerle uzaktan yakından ilgili kimse yok…

Benim ve birçoğumuzun literatürüne Çelik Bilek’in arkadaşı Profesör Oklitus (bir de Tom Miks’in Doktor Sallaso’su vardı) ya da genel olarak her nedense dünyayı ele geçirmek ve mümkünse yok etmek isteyen çılgın tip olarak (bkz. Zagor: Prof. Hellingen, Prof. Verybad) giren profesörün tanımı, her zaman doğru bilgiler vermeyen Wikipedia’da şöyle: Bir sanat ya da bilimde uzmanlaşan kimse, en üst düzeydeki öğretmen, en üst akademik düzey. Bunlar; uzmanlaştıkları alanda dersler, seminerler verirler, araştırma yaparlar, toplum yararına hizmet verirler, (hükumet ya da kâr amacı gütmeyen kuruluşlara danışmanlık gibi), yeni akademisyenler yetiştirirler, idari görevler üstlenirler. Bu tanımın içinde nelerin olduğuna değil, nelerin olmadığına dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bizde bildiğiniz gibi asıl hız kısıtlayıcı basamak doçentlik evresidir. Oğuz da haklı olarak bu aşamayı konu ediyor. Yakın zamana kadar doçent o koltukta belli bir süre oturduğunda bir de bakıyordu ki, profesör olmuş. Hoş, sonra kriterler ortaya çıktı; bendeniz de bu kriter gel-gitleri esnasında epey zaman kaybettim, sonra yine kalktı kriterler; doçentlerin haberi yokken kadroları açıldı, şu ara kesik kadrolar. O yüzden aynı şarap seçerken olduğu gibi profesör seçerken de hangi yılın profesörü, hangi kriterlere göre seçilmiş, bakmanızı tavsiye ederim. Ecnebilerle aramızdaki önemli bir fark da onlarda çoğu profesörün bizdeki doçent (associate professor) hatta yardımcı doçent (assistant professor) evresinde kalması, kısacası bu unvanın kendilerine kalıcı olarak değil de, o işlevi gördükleri sürece verilmesi… Aralarından ancak bazıları “tenure” alıp bu unvanı, o da emekliliğe kadar koruyabiliyorlar. Bizde ise aslen bir kadro olan profesörlük bir “sir” ya da “lord”  rütbesi gibi müebbet nitelik taşıyor. Nitekim bazıları yazlığının kapısına bunu meşe üzerine nakşettirip, bakkala telefonu “Ben prof. filanca” diye açıyor. Oysa yurtdışında bu seçkin derecenin verilmesinin nedeni akademik özgürlüğün korunması, bu kişilerin aykırı da olsa bakış açılarını korkmadan sınama, koruma, geliştirme ve ifade etme ayrıcalığının uzun erimde devletin, toplumun ve akademinin yararına olacağı fikri… Tabii orada da bunu eleştirenler, pozisyonu kapanın ense yapacağını düşünenler, ölçme-biçme, menıcmınt-performans olaylarını savunanlar yok değil. Ama bu yolu seçen insanların bu saatten sonra buna tevessül etmeyecekleri yaygın görüş. Yine de bizde az-çok bir memuriyet kıdemlenmesi ve demlenmesi çerçevesinde gerçekleşen ve geri dönüşsüz olan ve hatta bazıları için Z üniversitesinde bir çay içip dönerek vuku bulduğu söylentileri olan bu vetire bu terazide tartılası değil.

Malumunuz garpta asırlar süren mücadelenin, kan, gözyaşı, alınteri ve kafa patlatmanın ürünü olan birçok uygarlık müessesesi bize Cumhuriyet tarafından hediye edilmiştir. Üniversite de bunların başlıcalarındandır. Bu itibarla baştan bir miktar avans verilmesi tabiidir. Profesörlük de mürekkep yalamaya, dirsek çürütmeye, kafa patlatmaya, lugat paralamaya, edebiyat ve caz yapmaya gelemeyen, zekâyı uyanıklıkla ölçen kurtlar vadisi ikliminde maddi olmasa da en azından kalıcılık ve ulaşılırlık açısından desteklense yeridir ve bir nevi SİT alanı olmuştur. Zamanında gümrük koruması olmasaydı, neyse girmeyelim bu konuya… Fakat Cumhuriyet kurulalı 86 sene oluyor, bu avansların ödenmesi, kavramların içinin doldurulması ve yapının desteksiz ayakta durabilmesi, sürdürülebilir olması gerekmez mi?

Tabii burada klasik tuzağa düşüp, “Yani yaptığın işin para getirmesi lazım hoca” bezirganlığına kanmıyoruz. Üniversitenin ürününün ölçütü para değildir, fakat toplum yararıdır şüphesiz. Giordano Bruno düşündüğünü söylediği için yandığından elalem profesöre saygı duyuyor, elbet önceden de düşündüğü konuyu profess edip, çalışıp, okuyup, araştırıp, öğrettiğinden. Yoksa “Ben vantroloji profesörüyüm, kemancıya keman sanatçısı denmesi benden sorulur” dersen, olmaz. Bir esnaf arkadaşım var, az buçuk felsefe de işitmiş; yemek işinde; çok da başarılı. Sürekli doktorun, profesörün nasıl olması gerektiğini anlatır. Oysa ben neredeyse yarım asırdır günde üç öğün yemek yerim, yemek işinin nasıl olması gerektiği konusunda en ufak fikrim yok. Ama şunu biliyorum; tüccar olmak için profesörde olan şeylerin bazısının eksikliği gerekir.

Örf’e değil de arf’a dayanan toplumlarda profesör, malzemenin akıl olduğu işlerde en yüksek mesleki mertebedir. Mesele sizin-benim bunun içini doldurup, dolduramadığımızdır.

  


SİZ DE YORUM YAPIN